Prof. Dr. Goldstein: “Radyoaktivite, her şeyi yok edebilen bir virüs değil”
Amerikan Üniversitesinden Prof. Dr. Joshua S. Goldstein, Hollywood’un nükleer ve radyasyonun tehlikeleri ile ilgili yaptığı birçok filmin ‘nükleer güç korkusu’na neden olduğunu belirtti. Nükleer enerji karşıtlığının bilimsel olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Goldstein, “Radyoaktivite, dünyada ‘açığa çıkıp’ her şeyi yok edebilen bir virüs değil. O doğal bir olaydır. Bu değişmeyen sürekli ısı, milyarlarca yıl boyunca dünyanın çekirdek sıvısını koruyarak manyetik alanın ve atmosferin var olmasını sağladı. Dolayısıyla radyoaktivite olmasaydı burada olmazdık” dedi.
Birçok ülkede fosil yakıtların hızla yerini alarak iklim değişikliği ile mücadelede etkin rol oynayabilecek nükleer enerjinin genişlemesinde ‘nükleer güç korkusu’ en büyük engel olarak gösteriliyor. Uzmanlara göre, bu korkunun altında daha önce yaşanan kazalar, radyasyon algısı ve şehir efsaneleri yatıyor. Bu konuları içeren kurgu filmler ve diziler de nükleer korkusunu güçlendiriyor.
Amerikan Üniversitesinden Prof. Dr. Goldstein, Hollywood’un nükleer ve radyasyonun tehlikeleri ile ilgili yaptığı düzinelerce filmin, Godzilla gibi nükleer olarak güçlendirilmiş canavarların, Kaptan Atom gibi radyoaktif süper kahramanların nükleer enerji korkusunda rol oynadığını ifade etti. Çin Sendromu ve Silkwood gibi filmlerin nükleer enerji endüstrisini halkını kar için tehlikeye atan ‘hain kuruluşlar’ olarak gösterdiğini kaydeden Goldstein, “Çernobil’de gerçekleşen trajik kazanın olaydan 30 yıl sonra HBO tarafından mini bir dizi serisi ile yeniden aktarılması endişeleri güçlendirdi. Simpsonlar çizgi dizisindeki nükleer santralin yakınında yaşayan üç gözlü balıklar gibi mutant yaratıklar da oluşturuldu” diye konuştu.
“Radyasyon virüs değildir”
Nükleer enerji karşıtlığının bilimsel olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Goldstein, radyasyon ile ilgili yanlış algıların da korku doğurduğunu dile getirerek, “Radyoaktivite, dünyada ‘açığa çıkıp’ her şeyi yok edebilen bir virüs değil. O doğal bir olaydır. Bu değişmeyen sürekli ısı, milyarlarca yıl boyunca dünyanın çekirdek sıvısını koruyarak manyetik alanın ve atmosferin var olmasını sağladı. Dolayısıyla radyoaktivite olmasaydı, burada olmazdık. Nükleer fizyon, maddeyi tekrar enerjiye dönüştürür ve bu nedenle son derece konsantre bir güç kaynağı sunar” yorumunu yaptı.
Goldstein, iklim değişikliği sorununun büyüklüğünü en iyi anlayan iklim bilimcilerin, 2050 yılına kadar dünya ekonomisinin karbondan arındırılması için nükleer enerjinin önemli ölçüde genişlemesi gerektiği sonucuna vardıklarını söyledi.
“Nükleer enerji karşıtlığı moda eyleme dönüşüyor”
Nükleer enerji karşıtlığının bilimsel olmadığını, ancak ‘moda bir eylem’e dönüştüğünü vurgulayan Goldstein’ın nükleer enerji ile ilgili bazı çarpıcı tespitleri şöyle:
“Nükleer enerji, karbondan arındırma için en uygun enerji kaynağıdır. Kömürün yerine geçebilecek en pratik enerji çeşididir. 24 saat güç sağlar ve genişleyebilir. Fransa, sadece 15 yıl içinde fosil yakıttan nükleer enerjiye geçerek, Almanya’ya kıyasla elektrik maliyetlerini yarıya indirdi. Nükleer enerji diğer enerji kaynaklarından çok daha güvenlidir. Gerçekte, doğal arka plan radyasyon seviyeleri zararlı değildir. Hepimiz doğal radyasyon etkisi altında yaşıyoruz ve radyasyon seviyeleri bölgeden bölgeye değişiyor. İran’da bulunan radyum kaplıcaları bölgesi Ramsar, dünyadaki ortalama radyasyon seviyesinin 50 katından fazla radyasyona sahip olan sıcak bir nokta. Bu durum, orada yaşamalarına rağmen yerel halkın sağlığı üzerinde hiçbir etkiye sebep olmuyor. Radyasyon seviyelerindeki mütevazı değişimlerin, uranyum dolu bir gezegende gelişen ve hem güneş ışığı hem de kozmik ışınlar tarafından bombardımana uğrayan organizmamıza zarar vermesi olası değil.”
“Nükleer atığın vereceği varsayılan zarar, iklim değişikliğinin yol açacağı felaketle karşılaştırılamaz”
Radyasyon fobisinde nükleer atıkla ilgili konuların öne çıktığını kaydeden Prof. Dr. Goldstein, “Kullanılmış yakıt konusunda üç önemli nokta gözardı edilmemeli. Birincisi; atık hacmi kömür santrallerinde üretilen atıklardan binlerce kat daha küçük. Örneğin, Amerika’nın 60 yıllık nükleer enerji üretiminde harcanan tüm yakıt bir araya getirilirse bir Walmart mağazasına sığabilecek düzeyde. İkincisi, kömür atıklarındaki ölümcül toksik arsenik, kurşun ve civanın etkisi sonsuza kadar devam ederken, bunların bertaraf işlemleri nükleer atıkların bertaraf edilmesine ilişkin kurallar ile kıyaslanamaz bile. Nükleer atığın binlerce yıl sonra gerçekleşeceği varsayılan potansiyel zararı, hiçbir şekilde kömür atıklarının süregelen zararı veya iklim değişikliğinin gelecek nesiller için yol açacağı felaketle karşılaştırılamaz” ifadelerini kullandı.
“Efsaneler, caydırmak ve korkutmak için ortaya atılıyor”
ABD Penn State Üniversitesinde nükleer alanda araştırma görevlisi olarak görev yapan Gökhan Çorak da bazı efsanelerin insanları nükleer enerjiden caydırmak ve korkutmak için ortaya atıldığının altını çizdi. “Şehir efsanelerine değil, lütfen bilime inanın” diyen Çorak, şu değerlendirmede bulundu:
“Nükleer enerji en güvenilir enerji kaynaklarının başında gelmektedir. Gelişmekte olan ekonomilerde olması gereken bir enerji kaynağıdır ve bundan korkulmaması gerekir. Amerika’da yaşayan bir insanın yıllık radyasyon dozunun yüz binde beşi nükleer santrallerden gelmektedir. Bu oran, kömürün dolaylı olarak yol açtığı radyasyonun 100’de birine, ülke içi uçak yolculuğu yapmanın 200’de birine ve her gün bir muz yemeye eşit miktardadır. Bu oranlar yıllık izin verilen radyasyon doz limitinin çok altındadır. Nükleer reaktörün patlayabileceği de önde gelen efsanelerden biridir. Nükleer reaktörler düşük zenginleştirilmiş uranyuma sahiptir ve bu düşük zenginlikteki uranyum yakıtlarının patlaması mümkün değildir. Modern nükleer reaktör kontrol sistemleri artık her türlü kazaları engelleyecek şekilde dizayn ediliyor. Yeni nesil reaktörlerde insan hatasından kaynaklı kaza olma olasılığı en aza indirgenmiştir. Örneğin Mersin’de inşa edilen Akkuyu Nükleer Güç Santralinde kullanılacak VVER-1200 3+ nesil yeni tip reaktörler, en güvenilir sistemleri barındıran, modern teknolojili ekipman ve dizaynları kullanan reaktörlerdir. Modern reaktör tasarımı olası herhangi bir kazanın önlenmesini sağlar. Nükleer reaktör bacalarından zehirli gazların yayıldığı gibi bir şehir efsanesi de var. Nükleer reaktörler, zehirli gazların salınımını yapmazlar. Bazı reaktör tiplerinin bacalarından çıkan ‘beyaz duman’, reaktörden çıkan fazla ısının hava ile soğutulmasıyla ortaya çıkan su buharıdır. Nükleer atıklarla ilgili de çok efsane üretilir. Çok fazla olduğu ve çok yer işgal ettiği belirtilir. Yapılan araştırmalara göre, son 50 yılda Amerika’da bulunan bütün reaktörlerde üretilen kullanılmış nükleer yakıtın hepsinin futbol sahası büyüklüğündeki bir havuza sığabileceği öngörülmüştür. Buna ek olarak bu kullanılmış yakıtların yaklaşık yüzde 95’inin ileride geri dönüştürülüp tekrar yakıt olarak kullanılabileceği de öngörülmektedir. Nükleer karşıtı bazı grupların da etkisi ile bu konuda bir korku salgını ortaya çıkarılıyor. Nükleer korku için referans kaynağı, efsaneler değil, bilimsel gerçekler olmalı.”