Tarih: 07.01.2022 15:41

Ünlü Psikiyatrist Yazgan: ““Engelliliğin bir acıma, tolerans veya şefkat aracı olarak kullanılması en büyük problem”

Facebook Twitter Linked-in

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ)’ye online olarak konuk olan Psikiyatrist Prof. Dr. Yankı Yazgan, “Yardım etmek, sahip çıkmak, tolerans veya şefkat gibi bir tür sadaka kültürü içerisinde konumlandırdığınız zaman, bu durum destek olanın keyfine bağlı hâle geliyor. O yüzden engelliliğin, bir acıma veya şefkat aracı olarak kullanılmasının en büyük problem olduğu kanaatindeyim” dedi.

Engelsiz üniversite, farklılıklara saygı, erişilebilir bir kampüs, dezavantajlı bireylere yönelik hizmet ağını büyütme ve bu amaçla duyarlılık oluşturma yönünde politikalar üreten Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ), davet ettiği konuklarla da bu hususları gündemde tutuyor. Bu kapsamda OMÜ Sağlık Kültür ve Spor Başkanlığı ile Engelli Öğrenci Birimi iş birliğinde düzenlenen “Farklılıklarla Yaşamak” adlı söyleşiye; çocuk, genç ve yetişkin psikiyatrisi alanlarında tanınan ünlü akademisyen Prof. Dr. Yankı Yazgan konuk oldu. OMÜ Engelli Öğrenci Birimi Akademik Koordinatörü Doç. Dr. Nursel Topkaya ile Birim Çalışanı Ahmet Tayfur Arslan’ın ortak moderatörlüğündeki söyleşi programı, OMÜ’nün YouTube kanalından çevrim içi (on-line) yayımlandı.

“Görme engelli babama olan sorumluluklarım sayesinde okumaktan yana şansım açıldı”
Görme engelli bir babanın oğlu olan konuk Prof. Dr. Yankı Yazgan, soru-cevap şeklinde ilerleyen programda, babasının engellilik durumuna ilişkin çocukluk hatıraları ve o dönemde yaşadıklarından bahsederek “Farklılıklarla yaşamak, aynı zamanda benim için farklılıklarla iç içe büyümek anlamına geliyor. Çocukken açıkçası babamın farklı olduğunu idrak etmem çok uzun zaman aldı. Başka babaların yaptıklarını yapamamasından dolayı babamın farklı olduğunu tabii ki görüyordum ama yadırgamıyordum. Yıllar içinde babamın bu durumunu düşünmeye başladıkça onun ihtiyaçlarını karşılamak zorundaydım. Bunu bir ekstra yük olarak değil, bir görevi yerine getirmenin mutluluğu olarak hissediyorsunuz. Yani sorumluluk duygunuzu tetikleyen bir yanı oluyor. Bir boşluk doğabileceğini ama bu boşluğu bizim doldurabileceğimizi gösterdiğini düşünüyorum. O nedenle farklılıkla büyüyen bir çocuk olmak; ‘Bu noktada benim de yapabileceklerim var’ duygusunu uyandırdı bende. Çocukken de okumaya çok meraklıydım. O dönemde şimdiki gibi sesli araçların olmaması yahut her metnin Braille kabartma alfabesinde bulunamaması sebebiyle birilerinin babama bir şeyler okuması gerekiyordu. Babamın aynı zamanda avukatlık yapmasından dolayı bu işleri yapan yardımcıları vardı ama örneğin akşam saatlerinde ya da hafta sonlarında bu işi ben üstlendim, tabii ki hukuki metinler değil, gazeteler, köşe yazıları gibi. 5 buçuk, 6 yaşlarında okumayı söktükten sonra bu yazıları babama ben okumaya başladım. Böylelikle babama okumakla okumamı geliştirdim. Örneğin ‘filhakika’, ‘binaenaleyh’ gibi anlamını çoğumuzun bilmediği kelimeleri okuyabilmeyi, bu ihtiyaca ve sorumluluğa borçluyum. Yine siyasi konularda bilimcim erken gelişti, insan hakları, eşitlik, özgürlük gibi kavramlarla tanıştım. Tabii bir çocuk olarak bu kavramları anlamanız mümkün değil, ama dediğim gibi bu kavramlarla çok erken yaşta karşılaştım. Hem sorumluluk hem görevi yerine getirme hem de o görevi yaparken kazandıklarımın hayatım üzerinde etkileri ve izleri olduğunu düşünüyorum. Yani şansım okumaktan yana açıldı ve okumaktan korkmamayı öğretti" diye konuştu.

“Engelliliğin bir acıma, tolerans veya şefkat aracı olarak kullanılmasının en büyük problem olduğu kanaatindeyim”
Söyleşide hak temelli anlayışın toplumun genelinde yaygınlaşması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Yazgan, "Farklılık dediğimizde; kendine özgülükten ziyade kişinin yaşamını toplumun diğer kesimlerinden farklı olarak etkileyen ve bunu tam yaşamasını engelleyen durumları da kastediyorum. Engelliliği bir hak konusu olarak değil de yardım etmek, sahip çıkmak, tolerans veya şefkat gibi bir tür sadaka kültürü içerisinde konumlandırdığınız zaman, bu durum destek olanın keyfine bağlı hâle geliyor. O yüzden engelliliğin, bir acıma veya şefkat aracı olarak kullanılmasının en büyük problem olduğu kanaatindeyim. Çünkü böyle davranmakla bunu insan hakkı konusu olmaktan çıkartıp başkasının keyfine bağlı bir mesele hâline getirmiş olursunuz. O nedenle engelli bireylerin engelleri nedeniyle toplumdaki pozisyonlarında bir değişiklik yok, sadece o pozisyonlarını sürdürmek için toplumun kalanına düşen görevler var. Aynı zamanda toplumun engellilere yaklaşımı, diğer farklılıkları ele alış biçimini de etkiliyor. Engelli bireylere verilen toplumsal konumun; iyilikten ziyade iyi olmakla, iyi davranma kültürü ile alakalı olduğu ülkelerde garantili bir pozisyon olduğunu söyleyebiliriz. Bir de şunu vurgulamak gerekiyor: Ortada bir hak varsa aynı zamanda bir sorumluluk ve görev de var demektir. Yani ‘Ben ne yapabilirim?’ kısmı da önemli hâle geliyor. Bazen hak odaklı konular, hakkın başkaları tarafından sağlanması gibi yine sadaka kültüründeki duruma dönmeye başlıyor. Yani bu iş, örneğin maaş bağlanması gibi bir düzeye iniyor. Oysa bireyin ‘Yaşadım’ diyebilmesi için hayatta yapabileceği çok şey var. Bu noktaların üzerinde engelli toplum kesimlerince yeterince durulmuyor. Bu anlamda engelli bireyin, elde ettiği hakları en iyi şekilde kullanma sorumluluğu var. Durumu kabul etmekle teslimiyet karıştırılıyor. Gerçeği kabul etmek, gerçeğe teslim olmak değildir, aksine gerçeği değiştirip dönüştürmenin ilk adımıdır” şeklinde konuştu.

"Bizsiz Olmadan Bizsiz Asla"
Program konuğu Prof. Dr. Yazgan, OMÜ’deki engelli bireylerle ilgili çalışmalar ve bu bireylere dönük bakış açısı ile davranış biçimlerine dair merak ettiği hususları içeren soruyu Doç. Dr. Topkaya ve Birim çalışanı Arslan’a yöneltirken Birim Çalışanı Arslan bu soruyu şöyle yanıtladı: “Topluma doğru anlatıldığında gençlerin bu konuyu doğru algıladığını söyleyebilirim. Ama engelli bir birey olan babanız Gültekin Yazgan’ın da belirttiği gibi altını çizmek istediğim bir nokta var: Engelli bir birey olarak bizim sahada olmamız ve gençlerin bizlerle karşılaşması onları etkiliyor. Babanızın dediği gibi ‘Hak bireyin olmalı ve bu hakla görev ve sorumluluk almalı’. Yine Engelli Hakları Sözleşmesi’nde ‘Nothing About Us Without Us’ (Bizsiz Olmadan Bizsiz Asla) biçiminde slogan bir söz vardır. Zira sözleşmeyi hazırlayanlar da engelli. Biz engelliliği okulda, sokakta, toplumda nasıl anlatıyoruz? Bu çok değerli bence"

Doç. Dr. Nursel Topkaya ise “Engelli bireyin, gerçekçi bir biçimde daha fazlasını yapabilmesi ve bunu eyleme dönüştürmesi için Birim olarak gayret ediyoruz”
OMÜ Engelli Öğrenci Birimi Akademik Koordinatörü Doç. Dr. Nursel Topkaya da bu hususa dair “Bizler tabii Üniversitemizde tüm engelli gruplarıyla birlikte çalışıyoruz. Öz güven, eyleme geçmek veya adım atmak sanırım engelli bireylerde biraz daha ön plana çıkıyor. Normal gelişimde bile son derece önemli olan öz güven ve engellerin bireyin kendi zihninde olduğu fikri, engelli gruplarda daha baskın durumda. Ama bazı engelli bireyler için engelleri aşmak, çok kolay olabiliyorken bazılarında çok zor oluyor. Bunun için özellikle ailelerde, engellere takılıp bunlarla yaşama fikrinden engelli bireyi kurtarmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Gerçekten çok inanılmaz örneklerle karşılaşıyoruz. Nitekim cinsiyet bir engel olarak karşımıza çıkabiliyor, maalesef cinsiyetçi bakış açısına tanık oluyoruz. Ancak tüm dezavantajlara rağmen bunları yıkan ve bizleri hayran bırakan sıra dışı örneklere de rastlıyoruz. Bu örneklerde bireyin kendine inanması, ailesinin ona inanması var. Bizler engelli bireylerin hayatın her alanında var olmasını desteklemek ve güçlendirmek adına faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Engelli bireyin, gerçekçi bir biçimde daha fazlasını yapabilmesi ve bunu eyleme dönüştürmesi için Birim olarak gayret ediyoruz" değerlendirmesinde bulundu.

“Temel hedef; farklılıkların engele dönüşmesini önlemek”
Söyleşinin ilerleyen bölümlerinde “Engelli bireylerin yaşamın birçok alanında var olması, hiçbir alanı eksik bırakmaması gerekiyor” diyen Prof. Dr. Yankı Yazgan, devamında “Burada temel hedef; farklılıkların engele dönüşmesini önlemek. Tartışmalı olduğunu biliyorum ama babam engelli kavramını pek sevmezdi, özürlü kavramını tercih ediyordu. Çünkü engel, insanın kaldırabileceği bir şey, özür ise verili bir durum. O yüzden babam engelliliği kabul etmezdi. Şunu ifade etmeliyim ki mücadele ve talep etmediğiniz zaman toplum, engellerinizi kaldırmak konusunda çok gayretli değil. O sebeple örgütlenme, bir arada olma, amaçları doğru tanımlama ve spesifik olmanın çok önemli olduğunu söylemeliyiz.” sözlerine yer verdi.
Söyleşi sonunda davet için OMÜ ailesine teşekkürlerini ileten Prof. Dr. Yazgan “Bildiğimiz engel grupları dışında cinsiyetten tutun, inanç yahut başka insani farklılıklara kadar bunların engele dönüşme potansiyelini veya dönüşmüşlüğünü nasıl azaltırız noktasında aslında engelliler arasında bir fark olmadığını, insan hakları, demokrasi ve eşitlik perspektifiyle bakmanın önemini ben de bu söyleşide bir kez daha idrak ettim” açıklamasında bulundu.



Orjinal Habere Git
— HABER SONU —