(Ahmet Şanal anısına)
Çok ilginç benim bilgisayarın klavyesi isyan ediyor! Yazmam da yazmam diyor. Teknik bir arıza olamaz. Acaba başka bir sıkıntı mı var, onu da bilemedim. Yok bildim. Kafamda 23 Şubat günü için bir yazı kurmuştum. Kafam mı bir tutukluk yaptı, klavye mi emin değilim. Şimdi soracaksınız “23 Şubat’ın ne anlamı var ki, böyle zorlandın, diye.” El cevap, sülalemizin baş öğretmeni Ahmet Şanal amcam 23 Şubat 2021 tarihinde Pandemi sürecinde, Corona belasından öldü! Ölümünün üçüncü yılında, “Allah rahmet eylesin,” deyip yazımı burada noktalayayım mı?
Yok olmaz. Daha geçen Aralık ayında “Sabah bir sela, öğleden sonra bir veda” başlıklı yazımda sülalemizin en büyüğü Remzi emmimin ölümünden bahsetmiştim. Şimdi diyeceksiniz “Ölen her tanıdığın kişi hakkında yazar mısın? Geçmiş yıllarda ölmüş olanlar hakkında da yazar mısın?” Herkes için değil, tabi ki ama değer verdiğim kişilerin ölümlerinden sonra, düşüncelerimi okuyucularımla paylaşırım.
Aslında tanıdığım ama ölmüş akrabalar, arkadaşlar, meslektaşlar gibi herkes hakkında yazmak istiyorum. Neden? Ahmet Şanal gibi, başarı abidesi bir kişinin hayatından çıkarılacak dersler vardır. İyi bir aile babası, liyakat sahibi bir idareci, sülalesine rol model olan birisi anılmaz ve de hatırlanmaz da kim anılır?
Böyle dediğime bakmayın kötüler de anılır! Ama nasıl? Aslında ömrü hayatında etrafına zarar veren, riyakarlık yapan, ahlâksız, hırsız, dolandırıcı gibi unvanları rütbe gibi omuzlarında taşıyan kişileri de öldüklerinde yazmak lazım. Lazım ki tarih tekerrür etmesin. Onlara da “Allah rahmet değilde zahmet etsin” denebilir mi bilemem. Tövbe, tövbe!
Ahmet emmim kalabalık bir ailenin en küçük çocuğudur. Aile deyince şimdiki gibi “çekirdek aile” aklınıza gelmesin. Oldukça geniş bir aile düşünün. 1950 li 1960 lı yılları gözünüzde canlandırın diyeceğim ama yapamazsınız. Şimdi Osmaniye’nin ilçesi olan Toprakkale o yıllarda nahiye ve nahiyede elektrik, su şebekesi gibi günümüz imkanları yok! Hayat İdare (fitilli huni şeklinde) ışıldak ve gaz lambası ışığında geçiyor. Ailede doğru düzgün okul görmüş kimse yok. En iyi durumda olan akrabalar, ya ilkokulu bitirmiş, ya da ilk okuldan terkler. İşte böyle bir ortamdan sıyrılıp, zorluklara göğüs gerip kendini kurtarabilmiş bir amcadan bahsediyorum. İlkokulu Toprakkale’de okuyor. Hatta o yıllarda bir yılan sokması ıstırabını çekiyor. Ciddi anlamda ölümden dönüyor.
Daha sonra Osmaniye’de Ortaokula devam ediyor. O zaman Toprakkale Osmaniye arası ulaşım zor. Allahtan ki Dedemin aile dostu bir aile yanında kalıyor. Sonra biz Toprakkale’den Osmaniye’ye taşınıyoruz. Emmim de rahat ediyor. Çünkü artık liseyi bizim yanımızda okuyor. Benden 10 yaş büyük, abimden 7 yaş. Yani aynı evdeyiz ve amcadan çok abimiz gibiydi. Bu arada lise derken Osmaniye’de o dönemde Devlet Lisesi yok, özel lise vardı. Şöyle bir hatırasını hatırlıyorum. Özel lisede okurken bir edebiyat öğretmeni benim emminin sınıfına sınavda okudukları bir roman, bir kitap hakkında kompozisyon yazmalarını ister. Benim amca da kendi durumunu anlatan bir kompozisyon yazar, yani ders kitabı dışında, kitabının olmadığını vesaire anlatır. Ama öğretmen zayıf not verir. Bugünün gözlüğünden bakınca kesin o öğretmende formasyon eksikliği var gibi, geliyor. Ama yine de o öğretmenin zayıf vermesinin, hayrını görüyor. Okuma alışkanlığı kazanıyor.
Lisede okurken malum gençlik kavgaları var. Gençlik dediysem siyasi değil. Diyelim ki Karaçay mahallesinden gelenlerle Toprakale’li gençler gibi düşünelim. Tabi sonu kötü oluyor. Okuldan uzaklaştırma veriliyor. Hem de ne uzaklaştırma? O da lise son sınıfı Ankara da okuyor.
Ankara benim amca için dönüm noktası oluyor. Düşünün küçük bir Nahiyeden veya İlçeden birden sosyal sınıf atlar gibi, liseye Ankara’da devam ediyorsunuz. Lise son sınıfı Ankara’da okumak amcamın ufkunu açıyor. Hayata bakış açısı değişiyor. Gerçekçi bir düşünce yapısına sahip oluyor. Bu özelliğini yüksek okul tercihinde görüyorum. Mesela 1965 şartlarında 4 yıllık bir fakülte okumak yerine 2 yıllık Eğitim Enstitüsünü tercih ederek hayata kısa yoldan atılmak istiyor. Sonuçta Bursa Eğitim Enstitüsü Matematik bölümünden mezun olup, öğretmen olarak Adana/Kozan Lisesine atanıyor.
Şimdi soracaksınız, ufku geniş bir insan tıp, hukuk, mühendislik gibi okulları değil de neden 2 Yıllık Eğitim Enstitüsünü tercih etti? Cevabı gayet basit. Gerçekçi bakış açısı demiştim ya, yani ekonomik sebepten. Aileye, ağabeyine kendince yük olmamak için, diyebilirim. Nitekim daha sonra Üniversite sınavına girip Bursa İktisat Fakültesini kazandı, kaydını yaptırdı ama, maalesef zorunlu sebeplerden dolayı okula devam edemedi. Kozan nere, Bursa nere!
Okul, eğitim, meslek, para bunlar elbette önemli kavramlar. Daha önemli kavramlar ise dürüstlük, ahlâk, emanete ihanet etmemek, güven vermek ve toplumda itibar sahibi olmaktır. Fakat en önemlisi merhamet sahibi, vicdanlı insan, başka bir deyişle adam gibi adam olmaktır. İşte bu özellikleriyle amcam adam gibi adamdı. Bırakın eşi dostu, akrabayı, köylümüzü, Adana ili çapında çoğu kişilerin iş güç sahibi olmalarına, meslek edinmelerine, atanmalarına destek olmuştur. Çevresinde ve meslektaşları arasında çok sevilen, tutulan birisiydi.Eğer öyle olmasaydı 1991 Milletvekili seçimlerinde Adana’da çok yüksek tercihli oy alarak Milletvekili seçilebilir miydi? Daha sonra, Bakan olabilir miydi?
Fakat ne olursa olsun, inanıyoruz ki, hangi yarışlardan, hangi zorluklardan geçersek geçelim mutlak sondan, takdiri İlahiden kaçış yoktur. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. (1947-2021 Şubat 23)
Alıntıladığım şu ayetlerle yazımı bitireyim;
1-“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Bakara 156) Bu duanın Türkçe anlamı; “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.” Şeklindedir.
2-“Külli nefsin zâikatü’l mevt” yani “Her nefis ölümü tadacaktır.” meâlindeki âyet Kur'ân'da üç sûrede geçmektedir. (bk. Âl-i İmran, 3/185; Enbiyâ, 21/35; Ankebut, 29/57)