Her sabah alarm sesiyle uyanıyoruz. Ama aslında alarma değil, ekrana uyanıyoruz.
Gözümüzü açtığımız an refleks olarak telefona uzanıyoruz. Daha yataktan kalkmadan
haberler, sosyal medya bildirimleri, mesajlar, e-postalar… Henüz tam uyanmamış bedenimize
bir anda yüzlerce uyaran yükleniyor. Güne başlamadan yorgun düşüyoruz. Ama farkında bile
değiliz.
Dijitalleşme hayatı kolaylaştırdı ama en zor şeyi elimizden aldı:
Kendimizi hissetme becerimizi.
Bugün dijital dünyanın hızına yetişmeye çalışırken fark etmeden üç cephede savaşıyoruz:
gözlerimiz, bedenimiz ve zihnimiz…
Ve bu üçü artık sessiz sessiz tükeniyor.
Gözlerimiz: En Sessiz Çığlık
Ekranda birkaç saniye fazla kalınca yanma hissediyoruz. Gözlerimiz kuruyor, kararıyor,
sulanıyor. Yine de “bir şey olmaz” deyip devam ediyoruz. Oysa ekran başında geçirdiğimiz
her saat, göz kaslarını hiç durmadan çalıştıran küçük bir maraton gibi.
Bugün 20’li yaşlarda bile göz kuruluğu, odaklama güçlüğü ve baş ağrısı neredeyse sıradan
hale geldi. Dijital göz yorgunluğu artık modern çağın en yaygın meslek hastalığı… Ama konu
göz olduğunda, geç kalmanın telafisi çoğu zaman zor.
Boyun, Sırt ve Omurga: Ağırlığını Unuttuğumuz Yapı
Elimizde telefon, başımız öne eğik duruş…
Masada bilgisayar, omuzlar içe çökmüş…
Saatlerce hiç kıpırdamadan oturma…
Kısacası, vücuda yapılmaması gereken ne varsa her gün yapıyoruz.
Başın öne doğru eğilmesi, omurgaya sanki 20–25 kiloluk bir yük bindiriyor. Yani telefonla
uğraşırken farkında olmadan sırtımıza kocaman bir çanta dolusu ağırlık asıyoruz. Kaslarımız
geriliyor, omuzlarımız kasılıyor, boyun sertleşiyor. Günün sonunda “ben niye bu kadar
yorgunum?” diye düşünüyoruz. Cevap çok basit: Duruşumuz bile bize karşı çalışıyor.
Zihinsel Tükeniş: Görünmeyen Ama En Büyük Yıkım
Dijital dünyanın en yorucu tarafı fiziksel yorgunluk değil; zihinsel gürültüdür.
Sürekli bildirim beklemek, sürekli karşılaştırmalar görmek, sürekli yeni bir içerikle
karşılaşmak…
Beynimiz hiç durmadan tetikte. Sanki arka planda çalışan bir makine sürekli güç tüketiyor. Dikkat süresi kısalıyor, odaklanma bozuluyor, karar verme yavaşlıyor. En kötüsü de şudur: Zihnimiz hiç yalnız kalamıyor. Boş kalınca sıkılıyoruz, sessizlikten rahatsız oluyoruz, ekrana kaçıyoruz. Çünkü beyin artık “sessizlik” değil, “uyarı” istiyor. İşte bu, modern çağın en tehlikeli bağımlılığı.
Uyku: Ekranın En Büyük Kurbanı Telefonun ışığına maruz kalan beyin, gece “karanlık oldu, uyuma vakti” mesajını alamıyor. Melatonin üretimi azalıyor. Yani uykuya dalamıyor, dalınca derinleşemiyor, sabah yorgun uyanıyoruz. Aslında yeterince uyumuyor değiliz; doğru uyuyamıyoruz. Gecenin bir vakti elimiz telefon ekranında dolaşırken fark etmediğimiz şey şu: Uyku borcu, faizi en yüksek borçtur. Beden er ya da geç tahsil eder. Baş ağrısıyla, yorgunlukla, odak bozukluğuyla, enerji düşüklüğüyle…
Kendimize Sormamız Gereken Büyük Soru Dijitalleşme hayatın gereği, buna itiraz eden yok. Ama asıl soru şu: Biz ekranları mı kullanıyoruz, yoksa ekranlar bizi mi kullanıyor? Bedenimiz dijital çağın hızına uyum sağlamak için sessiz sessiz savaş verirken… Biz hâlâ “bir şey olmaz” demeye devam ediyoruz. Oysa çok şey oluyor. Hem de içimizde…
**Peki Ne Yapabiliriz? Küçük Adımlar, Büyük Farklar Yaratır
** Uyumadan 1 saat önce ekranı kapatmak.
· Her 40 dakikada 1 dakika gözleri dinlendirmek.· Bildirimleri azaltmak, sessiz moda almak.· Gün içinde en az 20 dakika yürüyüş yapmak.
· Yemek yerken ekrana bakmamak.
· Haftada bir gün “dijital detoks” yapmak
·Sabah uyanınca ilk 10 dakikayı ekransız geçirmek.· Bunlar küçük görünen ama etkisi çok büyük adımlar. **Son Söz: Sağlık, Ekranın Parlaklığında Kaybolacak Kadar Ucuz Değil Dijital dünya hep olacak. Ekranlar daha parlak, daha hızlı, daha cezbedici hale gelecek. Ama bedenimiz aynı kalacak… Sınırları, ihtiyaçları, hassasiyeti hep aynı. O yüzden kendimize küçük bir iyilik yapalım: Işığı biraz kısalım… Kendimizi biraz açalım… Zihnimize ve bedenimize hak ettiği molayı verelim. Çünkü modern çağda sağlığı korumak, bir lüks değil; hayatta kalmanın yeni şartı.




