Dr. Fahrettin Şanal

Tarih: 28.10.2024 19:05

Hatıralarda dolaşmak!

Facebook Twitter Linked-in

Bir Fransız atasözü “Gençler ümitleriyle, ihtiyarlar hatıralarıyla yaşarlar.” der. Bu sözde geçen “Ümit” ve “Hatıra” kelimelerinden ne anlayacağız? Bilindiği gibi, “Ümit, geleceğin hayali” iken “Hatıra ise geçmişin gerçeğidir.” Yaşanacak hayaller ve yaşanmış gerçekler. Sizce hangisini yazmak daha kolaydır? Hayalleri mi hatıraları mı? Ben şimdi ihtiyarlar sınıfına mı giriyorum? Emekli olduğuma göre! Burada bir hatıramı anlatayım. Bizim 70 yaşlarında Amerikalı hoca vardı. Biz hocaya takılırdık. İhtiyar bu yaşta hocalık mı olur. Git keyfine bak derdik. O da bize “Yaşlı ölü değildir.” anlamında “The old man is not dead.” derdi. Yani hâlâ hayattan ümidi vardı. Sadece hatıralarıyla yaşamıyordu.

Hatıralardan bahsetmem nereden icap etti? Nereden olacak, geçen gün öğleden sonra tarihin arka sayfalarından aradığını söyleyen davudi bir ses beni hatıralara götürdü. Amma, ne hatıralar? 1962 yılında ilkokul birinci sınıfta başlayan 1973 lise mezuniyetiyle sona eren sınıf arkadaşlığından kalan hatıralar. Sınıf arkadaşlığı, okul arkadaşlığı kelimelerini görünce hemen aklınıza dersi asma, kavga dövüş, vesaire türünden hatıralar gelmesin. Eğer bir arkadaş sizi 1973 den bugüne, yani 51 yıl sonra buluyor ve arıyorsa artık, o dosttur, kardeştir. Zaten önceki yazılarımın birinin başlığı “Dostlardan kurtuluş yok!” idi. Bir arkadaş da bana dilekte bulunmuş ve “Allah seni dostlardan kurtarmasın!” demişti. Bence de Allah kimseyi dostlardan kurtarmasın.

Arkadaşım ile ilkokuldan başlayıp günümüze kadar hatıralardan bahsettik. İlkokul dediysem öyle sıradan bir okul değildi. Adıyla şanıyla Osmaniye Atatürk Deneme İlkokulu’ndan bahsediyorum. O dönemdeki adıyla “Deneme” şimdiki adıyla “Pilot” okul.        Mesela 1962-63 öğretim yılında birinci sınıf öğretmenimiz, merhume Sacide Arguvan idi. İlk okumayı yazmayı bize o öğretmişti. İlkokul birinci sınıfın, öğretmenler için en zor sınıf olduğunu eşimin birinci sınıfları okuttuğu zamanlarda öğrendim. Rahmetlik öğretmenimiz de bizlere okuma yazma öğretirken, kim bilir ne eziyetler çekmiştir.

Bir konuyu unuttum. Biz 1962 de şimdi ilçe ama o yıllarda nahiye olan Toprakkale’den Osmaniye’ye göçmüştük. Aslında, bizim Toprakkale o yıllarda tam bir köy idi. Elektrik yok, sadece mahalle meydanında bir çeşme var, bütün mahalle suyu o çeşmeden alır, uzatmaya gerek yok, eski köy filmlerindeki gibi bir hayat var. En basitinden biz annemize, Toprakkale’de “ana” derken baktık ki Osmaniye’de çocuklar “anne” diyorlar. Toprakkale’de akşamları gaz lambası, idare (fitilli, ters huni şeklinde) cihazı kullanılır, yemekler odun ateşinde pişirilirdi. Osmaniye’de ise elektrik, gazyağı ile yanan gaz ocağı vardı. Bizler için tam bir çağ atlama dönemiydi.

Pekala, okulumuz öğrencileri? Osmaniye merkezden tabiri yerinde ise şehirli çocuklardı. Memur çocukları, hele daha sonraları okulun hemen karşısındaki Subay Lojmanlarından gelen çocuklar da katılmışlardı. Okul hemen Osmaniye Kaymakamlığı ve adliye karşısındaydı. Okul Osmaniyenin en gözde okullarından biriydi. Olmadı en gözde bir okuldu. Böyle bir okulda okumak benim için sosyal bir sınıf atlamak gibiydi. Köyden geldim şehre gibi bir şey. Ama yeni ortama çabuk uyum gösterdik. O yaşlarda uyum göstermek biraz daha çabuk oluyor, anlaşılan.

İlkokul birinci sınıfla ilgili lafı daha uzatayım mı? Hani eskiden köy delikanlıları köyden ilk defa askerlik için çıkarlarmış. Sonra da askerlik hatıralarını anlatırken ballandıra, ballandıra, uzun uzun anlatırlarmış. Bir türlü askeri nizamiyeden içeri girmezlermiş. Onları bir de askeri nizamiyeden girip 2 yıl süren askerliklerini anlatırken göreceksiniz. Ben de onlar gibi daha ilkokul birinci sınıfı anlatacağım diye uğraşıyorum. 

Birinci sınıfta iken “Mini mini birler” diye başlayan tekerleme, büyüme hevesindeki bizleri memnun eder miydi, bilemem! Memnun etse de etmese de bu yeni maceraya uyum göstermek zorundaydık. Ders, teneffüs, tekrar ders, tekrar teneffüs, öğrenilen yeni semboller, ödevler derken günler geçiyordu. Teneffüs deyince aklıma geldi. Uzun bir teneffüs saatimiz vardı. O tenefüste beslenme niyetine süt ve ekmek verirlerdi. Meğerse o verilenler, Amerikan yardımı kapsamında süt tozundan üretilmiş süt ve pasta veya kek gibi ekmek imiş. Bu gerçeği büyüyünce öğrendik!

Güya bu yazımda ilkokul arkadaşlarımdan, hatıralarımdan bahsedecektim. Ama, bu o kadar da kolay olmayacak gibi görünüyor. Baksanıza daha birinci sınıf ve okul etrafında dolaşıp duruyorum. Dolaşsam da, bu konuyu sevdim. Yazmaya devam.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —