Engelliler ile ilgili yeterli bilgiye sahip olduğunuzu düşünür müsünüz? Çok genel bir soru oldu. Aslında, herhangi bir engel grubunu sorsam daha iyi olurdu. Zihinsel, Otistik, Bedensel, İşitme gibi. Misal olarak Otizmi ele alalım. Otizm nedir? Otistik çocukların tedavisi, eğitimi nasıl olur? Gerçi böyle soru sormak da saçma olur. Google emmiye sorduk muydu, her türlü bilgiye ulaşabiliriz. İyi de, niçin durup dururken otizm konusuna girdim? Tamam hatırladım. Anne baba doktor ama çocukları otistik! Ne var bunda? Anne baba hangi meslekten olursa olsun, her insan “Allah korusun” engelli adayıdır. O zaman anne baba doktormuş , sanayici imiş, din adamıymış, eğitimciymiş gibi meslekleri sıralamanın bir anlamı yoktur.
İşte somut bir örnekten bahsedeyim. Otizm üzerine Doktora çalışması yapan bir akademisyen bey, benden yardım istemişti. Yardım konusu ise otistik yeğenlerinin eğitim alması için doktor olan ablası ve eniştesini ikna etmem idi. Meslektaşıma “ben Zihinsel Engelliler Vakıf Başkanıyım , karşımızdaki kişiler Tıp Doktoru onları ikna etmek benim için ne mümkün?” dedim.
Malûm geçmişte 15 yıl Zihinsel Engelliler Vakfı Başkanlığı yapmıştım. Bu konuda isteksiz davrandım. Meslektaşım ısrar etti. Artık kıramadım. Doktor ablası ve yine doktor olan eniştesi ile tanışmayı kabul ettim.
Meslektaşım bir bahane yaratacak ablasının evine beni davet edecekti. Gerçekten bahanesi hazırdı, ben de eşimle birlikte davete icabet ettim. Senaryomuz hazırdı. O yeğenlerini ortaya çıkaracak. Ben de “Bunlar eğitim alıyorlar mı? Çocukların rahatsızlıkları nedir? Tedavileri?” gibi sorular sorup, eğitim aldırmalarını söyleyecektim.
Çocukları bir odaya kapatmışlar. Bizler salonda oturuyoruz. Odadan gürültüler geliyor. Gürültüleri duyunca ben meslektaşıma, sebebini sordum. O da yeğenlerinin otistik olduklarını, onun için içeride tuttuklarını söyledi.
Ben de hemen senaryomuz gereği büyük oğlumdan bahsederek konuya girdim. Oğlumun geç teşhisten dolayı tedaviye de geç başladığımızı, ama eğitim aldırarak kendi öz bakımını yapacak duruma geldiğini anlattım. Bu çocukların da eğitimle daha iyi bir duruma geleceklerini kendimce, yumuşak yöntemle anlatmaya çalıştım. Sonuç? Tepkiye bakın! Meslektaşın ablası oldukça bilgiç (ukalâ) bir şekilde “Anne baba doktor. Ben akademik ünvanlıyım (Doç. Dr.), eşim Uzman Doktor. Çocukların neye ihtiyaçları olup olmadığını biz biliriz!” Abo! Tam bir kibir abidesi! Kadın aklı sıra beni ezdi!
Sizce ben ne yapmış olabilirim? Ben ondan geri kalır mıyım? “Bu duruma teşhis koyalım. Öncelikle sizler bu çocukların doktoru değil, anne babasısınız. İşte bundan dolayı çocukların bu durumuna hissi bakıyorsunuz. Anlaşılan çocuklarınızın hasta olduklarını bir türlü kabul etmemişsiniz. İkinizde yoğun mesleki çalışmalar içindesiniz. Çocuklar? Onlar da kapalı bir odada, bir bakıcıya emanet! Oldu mu, bu şimdi? Unutmayın siz bu çocukların doktoru değil öncelikle anne ve babasısınız. Çocuklarınızı rast gele bir bakıcıya değil uzman eğitimcilere emanet etmek daha iyi olmaz mı?” dedim.
Ne arkadaşımın gayretleri, ne benim sözlerim ne de çevredekilerin, kısaca hiç kimsenin onlar üzerinde bir etkisi olmadı. Maalesef ki, daha sonra aile birliğini de koruyamadılar. Boşandılar. Çocuklar mı? Hayata zaten bir sıfır mağlup başlamış zavallı otistik çocuklar, çok kötü durumlara düştüler. Abla mı? O kendi dalında Profesör oldu. Gerçi olsa ne yazar? Eşi de şimdi büyük ihtimalle emekli olmuştur.
Bunları niçin anlattım ki? Hangi meslekten olursanız olun, öncelikle siz kendi çocuklarınızın anne ve babasısınız, demek için mi? Yani ben öğretmenim, kendi çocuklarıma dersi en iyi ben öğretirim demek, yanlış olur. Vay be, az kalsın bir otorite gibi hükümde bulunacağım. Onun yerine, büyük oğlumun bana mucize gibi gelen birkaç davranışını anlatayım.
Yukarıda büyük oğlumdan bahsetmiştim. Onun hastalığı, teşhisi, tedavisi maceralarından sonra bize göre eğitimine sıra gelmişti. Bize dedim, sonuçta bizler anne baba öğretmeniz. Eğitimi konusunda ilk adımımız, bir Alt Özel Sınıfı öğretmeninden özel ders aldırmak olmuştu. Şu işe bakın ki, başkaları normal çocukları özel okullarda okusunlar, özel dersler alsınlar, ileride Üniversiteye gitsinler diye çuvalla para harcarken, biz yatalaklıktan yeni kurtulan oğlumuza eğitim aldırmak için özel öğretmenle anlaşmıştık. Bir sene sonra Alt Özel Sınıfına kayıt yaptırdık. Devamında ise Zihinsel Engelliler Vakfı bünyesindeki rehabilitasyon merkezine aldık. Bir de baktık ki oğlumuzda müthiş ilerleme var. Kelime haznesi gelişti, telaffuzu iyileşti, düzgün cümleler kurmaya başladı.
Durun, yukarıdaki cümleleri okuyup da, hoca şimdi oğlumuz profesör oldu diyecek zannetmeyin! Ama şunlar oldu. Aslında çok şeyler oldu da, ben sadece üç örnek vereyim.
Birincisi, eğitim almaya başladıktan iki yıl sonra, evimizin bulunduğu sokak köşesindeki bakkala ekmek almaya gönderdik. Tam konuşamadığı için neler alacağını yazıp veriyorduk. O da bakkala yazıyı veriyor, alacaklarını alıp getiriyordu. Bir gün yine bakkala gönderdik. Meğerse bakkal o gün dükkanı açmamış. Bizim oğlan, sen git aradaki yolu geç ve ilerideki unlu mamüller dükkanından ekmekleri al gel!
İkincisi yine aynı yaşlarda iken eve gelen bakıcı bizim oğlana, rehabilitasyon merkezine gitmeden önce çöpü 4. kattan aşağıdaki çöp toplama yerine götür, at gel dedi. Bizim oğlanın cevabı “olmaz, giderken atarım.” oldu. (Tabi ki cümlesi bu netlikte değildi!)
Üçüncüsü artık 42 yaşında ya, Uzman Çocuk Doktoru olan diğer oğlum abisine bir telefon aldı. Ekrana da resimlerimizi koydu. “Abi, ihtiyaç halinde bizleri ararsın.” dedi. Ve bir gün ne oldu? Her gün öğleden sonra saat15.00, en geç 16.00 gibi fakülteden çıkar, eve gelirim. Büyük oğlumu alıp ya bir kafeye gideriz, ya da gezeriz. Bölüm kurulu toplantısından dolayı saat 16.30 da daha ben okuldaydım. Baktım telefonumda “Büyük Oğlum” diye kayıtlı olan oğlum beni arıyor. “Neredesin, babacığım?...” Bu arada, her lafında bana ödül gibi gelen “babacığım” kelimesi de mutlaka vardır.
Demem o ki, bu benim küçücük dünyamdaki tecrübeme göre, kabullenme, sabır, azim, mücadele en önemlisi de sevgi ve eğitimle imkansızı başarmak mümkündür. Askerlerin bir sözü ile yazımı bitireyim. “Zoru hemen başarırız. İmkansız, biraz zaman alır.” Zaman da alsa sonu mutluluktur.