Bir zamanlar insanlar, kendi elleriyle şekillendirdikleri taştan ve tahtadan heykelleri kutsal sayar, önlerinde eğilerek onlara bağlılıklarını gösterirlerdi. Tarih bunu "putperestlik" olarak anlatır ve onu sadece geçmiş çağlara ait bir sapkınlık olarak görür. Ancak günümüz insanı, bu tür putlara gülüp geçerken, aslında çok daha görünmez, çok daha yaygın putların esiri olmuş durumda.
Kendini özgür ve bilinçli zanneden günümüz insanı, eski dönemlerin kaba putlarını geride bıraktığını sanırken; ekranlara, markalara, statülere, sanal beğenilere ve tüketime adeta tapar hale geldi. Yeni çağın mabetleri alışveriş merkezleri, sosyal medya platformları oldu.
Kariyer ve Para
Modern dünyanın mottosu basit: “Daha çok çalış, daha çok kazan, daha yükseğe çık.” Çalışmak ve üretmek değerli elbette. Ancak artık iş yaşamı bir araç değil, adeta yaşamın tek amacı hâline geldi. İnsanlar sadece birkaç basamak yukarı çıkmak uğruna sağlığını, ailesini ve öz benliğini feda eder hale geldi.
Ofisler sessiz tapınaklara dönüştü, yöneticiler birer otorite figürüne. Maaş artışları bir tür ödül töreni gibi. Ancak tüm bu koşuşturmacanın sonunda elde kalan şey ne? Ne kadar kazandığımız mı önemli, yoksa neyi kaçırdığımız mı?
Para, insan hayatını kolaylaştırması gereken bir araçken, zamanla insanın değeri cüzdanındaki rakamla ölçülmeye başladı. Oysa asıl sorun, paranın kendisi değil; ona biçtiğimiz kutsallıkta.
Cebimizdeki Efendi
Cep telefonları, bilgisayarlar ve uygulamalar artık hayatımızın merkezinde. Gözümüzü açtığımız ilk anda elimiz telefona gidiyor. Yol yürürken, yemek yerken, hatta sohbet ederken bile elimizden düşmeyen bir “ekran” var.
Hiç kimse teknolojiye taptığını itiraf etmez ama günümüz insanı, zamanını ve dikkatini bu cihazlara adıyor. Birkaç saat telefonsuz kalmak, birçok kişi için huzursuz edici bir durum haline geldi.
Sosyal medya ise ayrı bir boyut. Kaç beğeni aldık? Kaç kişi bizi takip ediyor? Hayatlarımız başkalarının dijital onayına göre şekilleniyor. “Mükemmel görünme” baskısı, bizi gerçek benliğimizden uzaklaştırıyor. Uyumak yerine ekranlara dalıyor, ilişkilerimizi sanal ortamlarda yürütüyoruz. Anlık tatminler peşinde koşarken huzurumuzu, dikkatimizi ve hatta ruh sağlığımızı yitiriyoruz.
Eskiden insanlar “iyi biri” olarak anılmak isterdi, şimdi “popüler biri” olmak için yarışıyoruz. Beğenilmek, paylaşılmak, yorum almak; modern insanın yeni başarım göstergeleri haline geldi.
Hayatımızı sosyal medyada sergiliyor, en güzel anlarımızı paylaşarak onay arıyoruz. Ancak bu görünürdeki ilgi, aslında derin bir yalnızlığı gizliyor. Gerçek hayatın sıradanlığını kabullenemiyor, dijital vitrinlerde kendimize sahte bir kimlik yaratıyoruz.
Bu görünmez put, bizi “gerçek” olmaktan uzaklaştırıyor.
Tüketim ve Marka Takıntısı
Üzerinde bir logo taşıyan kıyafet neden daha pahalı? Çünkü artık marka, sadece kalite değil; sosyal bir sembol. Tüketim, sadece ihtiyaçları karşılamakla kalmıyor, kimliğimizi tanımlıyor. “Ne giydiğin” ya da “hangi markayı kullandığın” adeta değer ölçüsü haline geldi.
Reklamlar, sürekli daha fazlasını istememiz gerektiğini telkin ediyor. Yeni çıkan ürün, bir öncekini anlamsız kılıyor. Tüketim çarkı hiç durmuyor. Alıyoruz, kısa süreli bir mutluluk yaşıyoruz ve sonra yeniden eksiklik hissediyoruz. Çünkü maddi şeyler, insanın içindeki boşluğu dolduramıyor.
İdeolojik Fanatizm
Siyaset, din, spor ya da başka bir alan… İnsanların fikirleri olabilir. Olmalıdır da. Ama bir fikir, diğer tüm fikirleri yok saymaya başladığında, bir inanç başka bir insanı küçümsemeye dönüşünce; işte orada bir put daha doğar.
Fanatizm, modern çağın en sinsi putlarından biridir. Kendi tuttuğu takımı, partiyi, mezhebi, görüşü mutlak doğru zanneden, başkalarını ötekileştiren insanlar arttı. Bu da aslında başka bir tapınma şeklidir: “Benim doğrum tek doğrudur” putu.
Peki, Ne Yapmalı?
Modern putları tanımak, onlardan özgürleşmenin ilk adımıdır. Kendimize dürüst sorular sormalıyız:
- Güne telefonsuz başlayabilir miyim?
- Beğeni almadan da kendimi değerli hissedebilir miyim?
- Markasız da mutlu olabilir miyim?
- İdeolojik saplantılardan kurtulabilir miyim?
Modern çağın sunduğu parıltılar göz alıcı olabilir ama içimizi doyurmaz. Tüketmekle değil, paylaşmakla; gösterişle değil, samimiyetle; beğeniyle değil, sevgiyle huzur bulabiliriz.
İnsanı değerli kılan; sahip oldukları değil, paylaştıklarıdır. Ruhumuz, ekranlarda değil; gerçek ilişkilerde, derin anlamlarda, içsel dinginlikte hayat bulur.
Putlar artık meydanlarda değil; alışkanlıklarımızda, tercihlerimizde, zihnimizin derinliklerinde yaşıyor. Onları kırmak, modern dünyanın dayattığı yapay mutluluğu reddetmekle mümkün. Belki de en büyük özgürlük, bu putlara "hayır" diyebilmektir.