Yıllar önce bir televizyon programına katılmıştım. Konumuz eğitim idi. Aslında programın tek konuğu ben değildim. Erbakan Üniversitesinden bir öğretim üyesi ve ayrıca bir felsefe öğretmeni de programda vardı. Sunucu Üçümüze de ayrı ayrı “Eğitim nedir?” diye konuya giriş sorusu sordu. Ben kendi adıma tane tane, gayet anlaşılır şekilde bir eğitim tanımı yaptım.
Bilimsel iddiası olan bir tanım olmayabilir ama bana göre “Eğitim ilmi ahlâkın emrinde insanlık hizmetine sunma sanatıdır” dedim. Benim bu tanımı televizyon kanalı çok sevmişti. O eğitim programı devam ettiği sürece, kanal yaptığım eğitim tanımını benim sesimle o programın jeneriğinde kullandı. Jenerikte diğer iki katılımcının görüntüleri ve başka görüntüler var ama benim sadece sesim vardı! Görüntüm yoktu. Neden? Herhalde kanalın yayın politikası ile benim frekansım tutmamıştı. Çünkü programın ilerleyen zamanında sorgulayan, eleştirel düşünen, daha da önemlisi hani veciz bir söz vardı ya onu söylemiştim.
Daha sonra bir başka televizyon kanalında yine farklı iki konukla beraber öğretmenler günü münasebetiyle yapılan programa katıldım. O programda da ben yine aynı veciz sözü “…fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller …” tekrarladım. Aslında bütün öğretmenlik hayatım boyunca bu veciz sözü aklımdan çıkarmadım ve gereğini yapmaya çalıştım. Eleştirel düşünen, sorgulayan, aklı ve bilimi yol gösterici olarak alan nesillerin yetişmesine katkıda bulunmaya çabaladım. Kindar, sorgulamayan, eleştirel düşünmeyen, biat eden nesiller yetiştirmeye çalışacak değildim herhalde! Nesiller deyince yanlış anlaşılmasın öğretmen yetiştiren bir fakültede hoca olarak 44 yılım geçtiği için İngilizce Öğretmen adayı öğrencilerimi kastediyorum.
Şimdi bu satırları okuyan sizler de yazımda birinci tekil şahsı kullandığım için yani “ben” dediğim için kızacaksınız. Bence kızmayın. Malum önemli günler vardır. Bu yazımı da o önemli günlerden biri olan “Öğretmenler Günü” üzerine yazmaya çalışıyorum. O önemli günlerde özeleştiri, bilgi paylaşımı yapılmadıktan, sorunlar, çözümler, öneriler dile getirilmedikten sonra o günü kutlamanın ne anlamı var? Anlam olabilir ama, o anlam da herhalde “Öğretmenim, canım benim, canım benim; seni ben ne çok ne çok severim” seviyesinde kalır!
Halbuki genelde Milli Eğitimin, özelde öğretmenlerin meseleleri biter mi? Bitmez. Mesela ben öğrenci iken öğretmenler emekli olduklarında emekli ikramiyesi ile bir ev ve o dönemde Anadol marka bir otomobil alabiliyorlardı! Haydi otomobilden vaz geçtim kesinlikle ev alabiliyorlar, çocuklarını da üniversitelerde okutabiliyorlardı! Şimdi? Şimdi mi? Ben geçmişte yaşıyorum herhalde ki şimdiyi bilemiyorum! Öğretmen emekli aylıklarını da sormayın onu da bilemem!
Bir de Atanmayan öğretmenler meselesi, dedikodusu dolaşıyor ama ona da tam vakıf değilim, desem de inanmayın! Önce KPSS olarak bilinen atama sınavının içeriğinin değişmesini amaçlayan kampanyalara destek vermiştim. Çünkü eski KPSS sınavlarında İngilizce Mezunlarına Matematik dahil, İngilizce hariç her şey soruluyordu! Neyse ki bu yanlıştan dönüldü artık alan soruları da soruluyor. Bir dönemde de “bu öğretmen adayları, sadaka değil, atanma istiyorlar” diye kampanyalar vardı. İnşallah atanmayan öğretmenler de hedeflerine ulaşırlar!
Öğretmenler günü ile ilgili bir yazı yazmaya çalışırken birden siyasete girmeyelim, değil mi? Böyle de olmaz ki! Siyaset nereden aklıma geldi. Biraz da ağlanacak halimize gülelim!
Yıllar önce meslektaşlarla bir arkadaşın doktorasını kutlamak için onun ofisinde toplanmıştık. Çeşitli konularda sohbet ediyorduk. Akademisyenlerin yaşadığı entelektüel maceralardan bahsediyorduk. Derslerden, öğrencilerden, eskiden yeniden derken konular sürekli değişiyordu.
Ben eskilerden örnekler vermeye, yeni durumla mukayese etmeye başladım. Yukarıda bahsettiğim, öğretmenlerin durumu, atanma meselesi, gibi konulara girdim. 1976 mezunuyum, mezuniyetten hemen sonra atamamızın yapıldığını söyledim. Ne zaman ki, ben 1977 yılında lisede çalışırken bir aylık maaş ve ücretimle Kıbrıs’a gittim yaz tatilinde bir ay kaldım, gelirken bir sürü hediye aldım geriye de bir miktar param kalmıştı dedim. “Şimdi bir lise öğretmeni…” diye cümleme devam ederken, bilim adamı kılıklı bir meslektaş hemen kalktı “hocam lütfen siyaset yapmayalım” dedi. Cevabımı beklemeden hatta çayını bile bitirmeden, yarım bırakıp gitti! Sözlerimi nasıl siyaset olarak aldı ise, anlayamadım!
Onun için siyaset yapmadan, yazımı bitireyim! Yine de “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” düşüncesine sahip öğretmenlerimize güvenelim. Eleştirel düşünen, sorgulayan, özeleştiri yapan, aklı ve bilimi önceleyen nesiller yetiştirmeye çalışan öğretmenlerimize selam olsun.