Çok fazla olmadı, bir zamanlar mahallelerimiz, beton yığınlarında değil, birlikte atan yüreklerden oluşuyordu. Eskiden komşular birbirinin çocuğunu azarlarken, gönlü kırılmazdı kimsenin. Komşunun ekmeğini paylaşmak, çocuğunu "Bizim evladımızdır" diye sahiplenmek, bir acıya hep birlikte gözyaşı dökmek… Bunlar sıradan değil, insan olmanın ta kendisiydi.
Aramızda güven vardı, dayanışma vardı. Birbirini tanıyan, kollayan, ortak değerlerde buluşan bir “toplum”duk.
Ama şimdi öyle mi?
Yıllardır bir apartmanda oturuyoruz, karşı komşumuzun adını bilmiyoruz. Aynı şehirde yaşıyoruz ama birbirimize yabancıyız. Aynı haberi izliyoruz ama bambaşka dünyalarda yaşıyoruz. Beton yığınlarının arasında yalnızlaşan ruhlarımızla, bir arada yaşayan yabancılara dönüştük.
Ve belki de en acısı; artık düşünmeyen, sorgulamayan, sadece yönlendirilen, güdülen bir kalabalığa dönüşüyoruz. İşte bu durum, toplumdan “yığın”a dönüşümün en net göstergesi…
Peki nedir bu “yığın”
Toplum, bireylerin bir arada, bilinçli şekilde yaşadığı bir yapıysa, iradesini kaybetmiş, kendi fikri olmayan, yönlendirilmeye açık, kalabalık bir kitledir yığın.
Birbirinden kopuk ama aynı yönde sürüklenen bir insan kalabalığıdır yığın.
Toplum ile yığın arasındaki fark, bir binanın tuğlalarıyla moloz yığını arasındaki fark gibidir. Tuğlalar birbirini tamamlar, moloz ise rastgele dağılmıştır.
****
Yığına dönüşümün ilk adımı düşünmeyen insan yaratmakla başlıyor. Eğitim sisteminin temel hedefi eleştirel düşünen, soran, araştıran bireyler yetiştirmek değil mi? Peki gerçek ten böyle mi?
Hemen hemen hepimizin şikayetçi olduğu eğitim sistemi çocuklara ne kadar geliştiriyor? Ezberlenmiş bilgi yığını (artık ezber de yok, bilgi de) kafasını dolduruyor ama fikrini geliştirmiyor.
Gençler artık bilgiye ulaşmaktan değil, o bilgiyi anlamaktan uzak (Gerçi yaşı ilerlemiş olanlarda farklı değil). Bu da onları, sadece dıştan gelen komutlarla hareket eden bireyler haline getiriyor. İşte yığınlaşmanın başlangıcı burada.
Bir birey ne zaman düşünmeyi bırakırsa, onun yerine başkası düşünmeye başlar. Medya, sosyal medya, otorite figürleri… Hepsi aynı ağızla konuştuğunda, insanlar da tek sesli hale gelir. Zamanla farklı fikirler, renkler, sesler ortadan kalkar. Geride kalan sadece bir kalabalıktır, boş bir kalabalık…
****
Toplum, acıya karşı duyarlıdır. Bir yerde bir çocuk ağlasa, herkes kulak kesilir. Bir komşu hasta olsa, çorba kaynar tencerelerde. Ama yığın, sadece kendi derdini duyar. Çünkü bireylerin birbiriyle bağı yoktur artık.
Sosyal medyada acıklı bir haber paylaşılır, altına yüzlerce yorum gelir. Ama gerçek hayatta o insana bir bardak su vermez aynı kişi. Gerçek duygular yerini “göstermelik tepkilere” bıraktı. Vicdanlar ekran başında/sosyal medyada rahatlatılıyor, sonra hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Yığın insanı duyarsızdır. Çünkü o ratık “bir birey” değil, kalabalıklar içinde “bir sayı”.
Ve sayılar ağlamaz, üzülmez, isyan etmez. Sadece yer değiştirir, sürüklenir…
***
Toplum farklılıklarla zenginleşir. Her bireyin kendine özgü bir fikri, tarzı, sesi vardır. Ama yığın olmak, bu farklılıkları siler. Herkes aynı düşünmeli, aynı giyinmeli, aynı şeye inanmalıymış gibi bir baskı oluşur.
Medya, moda, sosyal çevre, hep aynı kalıpları empoze eder. Farklı olan dışlanır, ötekileştirilir. İnsanlar “kendileri” olmaktan korkar hale gelir. Bu da kişilik erozyonuna yol açar. Artık kim olduğumuzu değil, kim olmamız gerektiğini konuşuruz. Ve böylece gerçekliğimizden uzaklaşırız.
****
Toplum olmak zordur. Çünkü emek ister, duyarlılık ister, sorumluluk ister. Ama yığın olmak kolaydır. Düşünmezsin, sorgulamazsın, sadece takip edersin. Ama bu kolaylık, bizi zamanla insanlığımızdan uzaklaştırır.
Tarihi değiştirenler, hiçbir zaman yığınlar olmadı. Düşünen, sorgulayan, tavır koyan, birlikte hareket etmeyi seçen bireyler oldu. Bugün oturduğumuz apartman dairesinden başlayarak, "birlikte insan" olmanın anlamını yeniden hatırlamalıyız.
Bir kalabalığın parçası olmak kolaydır; asıl mesele, o kalabalıkta kaybolmadan 'kendin' kalabilmektir.
Ben kimim, ne yapıyorum ve neye hizmet ediyorum, amacım ne?
İşte bu sorunun cevabını arayan herkes, yığın olmaktan uzaklaşıp yeniden topluma doğru yol alır.