Prof. Dr. Mustafa Fedai Çavuş

Tarih: 03.10.2024 13:24

Uçurumun Kenarında Yaşamak

Facebook Twitter Linked-in

Hayat, her zaman yüzeyde görülen basit bir akıştan ibaret değildir.Günümüzde pek çok insan, görünmeyen uçurumların kenarında yaşamlarını sürdürmektedir. Özellikle büyük şehirlerde, yüksek binaların karanlık gölgelerinde, kalabalıkların arasında kaybolmuş pek çok insan, uçurumun kenarındaki ince patikalarda geziniyor.

Günümüz dünyasında en sık karşılaştığımız uçurumlardan biri sosyo-ekonomik eşitsizlik uçurumu. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, bireyleri uçurumun kenarına sürükleyen başlıca sebepler arasında. Zengin ile fakir arasındaki mesafe giderek artarken, ortada kalan ve sürekli dengesini sağlamaya çalışan geniş bir kesim var. Bu kesim, bir adım öteye geçtiğinde, ekonomik bir felaketin eşiğine gelmekte, geriye döndüğünde ise umutlarını yitirmiş bir hayata sürüklenmektedir.

Birçok insan asgari ücretle geçinmeye çalışırken, kira, fatura, gıda ve diğer temel ihtiyaçlar için sürekli bir mücadele içerisinde. Ekonomik uçurumun kenarında yaşayan insanlar, her an aşağıya düşme korkusuyla hareket ederler; küçük bir aksilik ya da ani bir iş kaybı, onları bu uçurumdan aşağıya düşürebilir.

***

Ekonomik krizler kadar tehlikeli olan bir diğer uçurum da psikolojik uçurum. Modern yaşamın hızlı temposu, insanların ruh sağlığını ciddi şekilde etkilerken, depresyon, anksiyete, stres gibi ruhsal bozukluklar, şehir yaşamının kaçınılmaz bir parçası haline gelmiş durumda. 

Sosyal medya, iş baskısı, beklentiler ve rekabet, bireyleri sürekli olarak bir kıyaslama döngüsüne sokarken, kişinin kendi değerini sorgulamasına ve sonunda kendini bir uçurumun kenarında hissetmesine yol açıyor.

Psikolojik uçurumlar, genellikle görünmezdir ve toplum tarafından yeterince fark edilmez. Ancak, bu uçurumlar oldukça derindir. Birçok insan, günlük yaşamlarında dışarıdan güçlü ve mutlu görünse de, iç dünyasında büyük bir boşlukla mücadele eder. Yalnızlık, değersizlik hissi ve umutsuzluk, kişiyi yavaş yavaş bu boşluğa iter. 

Bu durum, bireylerin sadece kendilerini değil, aynı zamanda çevrelerindeki insanları da olumsuz etkiler. Bireyin yaşadığı kaygı ya da depresyon, zamanla ailesine, arkadaşlarına ve iş ortamına da yansır. Sonuçta, toplumda genel bir mutsuzluk ve huzursuzluk hâkim olur.

***

Sosyo-ekonomik ve psikolojik uçurumlara ek olarak, toplumsal düzeyde de büyük uçurumlar oluşmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, şehirlerdeki hızlı nüfus artışı, kırsal yaşam anlayışının şehirlere taşınması yaşam koşullarını daha da zorlaştırmaktadır. 

Köylerden şehirlere göç eden insanlar, hayatta kalma mücadelesi verirken, yerleşik düzenin dışında kalırken, hem ekonomik hem de sosyal anlamda dışlanmışlık hissi yaşar. Uyum sağlama sürecinde yaşanan zorluklar, toplumsal entegrasyonu zorlaştırır ve yeni bir uçurum yaratır.

Toplumsal tabakalaşma ve bu tabaklar arasındaki fark, toplumdaki huzursuzluğun temelini oluşturur. Eşitsizlik, sadece gelir düzeyinde değil, aynı zamanda eğitim, sağlık ve sosyal haklara erişim konusunda da kendini gösterir. Yüksek gelirli bireyler, kaliteli eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanırken, düşük gelirli kesim bu hizmetlerden mahrum kalır. Sonuç olarak, toplumda farklı dünyalarda yaşayan insanlar ortaya çıkar; bir grup lüks içinde yaşarken, diğer grup hayatta kalma mücadelesi verir.

***

Sadece insanlar değil, doğa da bir uçurumun kenarında yaşıyor. Küresel ısınma, çevre kirliliği, ormansızlaşma gibi ekolojik krizler, dünyayı geri dönüşü olmayan bir yola sokmuş durumda. Doğal kaynakların tükenmesi, ekosistemin dengesini bozarken, insanlık da bu sürecin içinde yer alıyor. Çevreye verilen zararlar, insanlığın geleceğini tehdit eden en büyük uçurumlardan birisini yaratıyor.

Aynı zamanda tarım, su kaynakları ve biyoçeşitlilik üzerinde olumsuz sonuçlar doğuran uygulamalar bu uçurumu derinleştiriyor. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan insanlar, bu ekolojik krizlerin etkisini doğrudan ve şiddetli bir şekildehisseder. Kuraklık, seller, ani iklim değişimi gibi afetlerin yanısıra yanlış tarım politikaları çiftçilerin geçim kaynaklarını yok ederken onları ekonomik uçurumun eşiğine getirmektedir.

Şehirlerde ise hava kirliliği, su sıkıntısı ve yeşil alanların azalması, bireylerin yaşam kalitesini düşürürken, doğal dengenin bozulması toplumun genel sağlığını tehdit eder hale geliyor. Ekolojik krizler, yalnızca bir çevre sorunu olarak değil, aynı zamanda insanlık için hayati tehlike olarak karşımıza çıkacak en büyük uçurumlardan birisi.

          

***

Bu uçurumların hepsi, insanlığı bir felaketin eşiğine getirmiş durumda. Ancak, bu durumdan kurtulmanın yolları da yok değil. 

Öncelikle, sosyo-ekonomik eşitsizlikleri azaltmak için adil bir gelir dağılım politikası izlenmeli. Eğitim ve sağlık hizmetlerine eşit erişim sağlanmalı, toplumsal dayanışma güçlendirilmelidir. Psikolojik uçurumlar içinse, bireylerin ruh sağlığına daha fazla önem verilmesi ve bu konuda toplumsal farkındalık oluşturulması gerekiyor.

Ekolojik uçurumu önlemek için ise sürdürülebilir tarım, enerji ve su yönetimi politikaları hayata geçirilmeli. Doğal kaynakların korunması, ekosistemlerin onarılması ve çevre dostu teknolojilerin yaygınlaştırılması şart.

Sonuç olarak, uçurumun kenarındaki hayatlar, modern dünyanın bir gerçeği haline gelmiş durumda. Ancak, bu uçurumlardan kurtulmak için bireylerin, toplumların ve devletlerin birlikte hareket etmesi gerekiyor. Hayatta kalma mücadelesi veren her birey, topluma daha sıkı bağlarla tutunarak, bu uçurumun kenarından uzaklaşabilir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —